25 Şubat 2014 Salı

“Yürü, Yürü Kudüs'e Doğru”

25 AĞUSTOS 2011 PERŞEMBE


Örgütlenmiş politik Siyonizm’in kurucusu, Viyana’da hukuk eğitimi almış Macaristanlı bir Yahudi olan Thedoor Herzl’in yazılarıyla Avrupa zihninde temellendirmeye çalıştığı şey Yahudi ulusuna ait bir devlet kurma ideali idi. Arap topraklarına tohumu atılan Yahudilerin İngiliz kolonisi seklinde bir araya getirilmesi süreci sadece Batılıları değil aynı zamanda Yahudileri de ikna etmeyi gerektiriyordu. Chaim Weizmann’ın Herzl’in yarım bıraktığı yerden devam edip kendisini İngiltere’ye Siyonizm’in yeni politik lideri olarak tanıttığı dönemde Birinci Dünya Savaşı da patlak veriyordu. Weizmann için, “beni Siyonist yapan adam” diyen Arthur Balfour 1917’de, Filistin henüz Osmanlı toprağı sayılırken, Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bildiriyi yayımlıyordu. Bu ise 1948’te ilan edilecek olan Siyonist devlete giden yolun köşe taşlarından birisiydi. Bu deklarasyonla birlikte Yahudi nüfusun Filistin’e göçünün sağlanmasına yönelik çalışmalara hız veriliyor, siyasi, sosyal ve kültürel alanda adı konulmamış bir savaş başlatılıyordu. Bu savaşta Yahudilerin en büyük ve kesintisiz destekçisi onlara bu yolları açan İngilizler ve akabinde bu mirası devralan Amerikalılar oluyordu. ABD Başkanı Harry S. Truman’ın Siyonist yapının kendisini bir devlet olarak ilan etmesinden on bir dakika sonra Siyonist yapıyı devlet olarak kabul ettiklerini ilan etmesi Truman’ın ABD’de oy aldığı Yahudi kitleyi kazanma çabası ile izah edilmeye çalışılsa da, bu, Amerika’ya Ortadoğu’ya müdahale imkânı verecek bir aparatın varlığına olan ihtiyaç karşısında zayıf bir mazeret teşkil ediyordu. Sınırları belli olmayan, kendisini “Eretz İsrail” olarak adlandıran bu yapının hayallerindeki ülkeyi Alan R. Taylor, Beyrut, Lübnan dâhil Fırat nehrine kadar uzanan bir alan olarak gösterir.
Siyonist yapının bu hayal uğruna gerçekleştirdiği katliamların önüne geçilememesinin bir sebebi de, bölgedeki Arapların emperyalist güçlerle olan yakınlığıydı. Hemen hepsi Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde kurulmuş olan bu devletçikler emperyalist efendilerine sıkı sıkıya bağlı haldeydiler. Direniş örgütleri çok zaman merkezi hükümetlerle de uyuşmazlık içindeydi. İran İslam İnkılâbı’nın bölgedeki denklemi alt üst eden varlığına kadar Siyonist yapı kendisine denk bir düşman göremedi. İnkılâp ile birlikte, Ortadoğu halklarının “gönül birlikteliği” şeklinde tezahür eden duruşu kökten değişikliğe uğradı ve Siyonist yapıyı, onun gücünü her açıdan sorgulanır hale getirdi. Bugün Direniş Cephesi olarak tanımlanabilecek olan İran, Suriye, Lübnan ve Filistin hattını, Filistin halkının askeri, siyasi, sosyal ve kültürel destekçileri olarak anmak şüphesiz yanılgı olmaz. Ortadoğu’da bozgunculuk çıkaran, burada ekini ve nesli fesada uğratan Siyonist yapıya karşı her alanda mücadeleyi gerekli ve hatta elzem gören Direniş hattını kırmak için emperyalistlerin safında beliren ülkelerin bir dizi öneriyi Direniş’e defalarca götürdüklerini biliyoruz. Bir konuşmasında Fadlullah bu durumu şöyle izah ediyordu; “Şimdi İsrail’in sökülüp atılmasını istemek aşırılığın en yüksel derecesi sayılmaktadır… Filistin meselesinin çözümü Amerika’nın yoluyla mı, yoksa uluslararası bir konferans yoluyla mı işleme konsun?!! Filistin meselesinin, Filistinlilerin kendi yurtlarına, Yahudilerin de göç edip geldikleri kendi yerlerine dönmesi ve İsrail’in artık bölgede pek çok yönden bir tehlike olmaktan çıkarılması ilkesinden kalkılarak çözülmesi şeklinde otaya konulabilecek bir plandan kimse söz etmiyor. ‘Yürü, yürü Kudüs’e doğru’ diyenlerin dışında hiç kimse bu plandan söz etmemektedir.” Fadlullah’ın yıllar evvel yaptığı tespit ne yazık ki ülkemiz için de geçerliydi. Direniş hattını kıracak önerileri getiren tarafların Türkiye’de toplanması bir tesadüf değildi.
Siyonist yapı kendilerine, “barış”, “anlaşma”, “ateşkes” gibi kavramlarla gelen herkese yeni bir katliamla karşılık verdi. Aracı olma hevesine kapılan ülkelerin aldığı karşılık ise Siyonistlerce aldatılmak oldu. Bundan Türkiye de nasibini aldı. “Sıfır sorun” politikasını çıkmaz bir sokağa sokan şey bütün sorunların kaynağında yatan Siyonist işgal ile birlikte yaşanabileceğini varsaymasıydı. Hâlbuki Siyonist işgalin sona ermesi diğerleri ile açık bir konuşmanın başlayabilmesi için ilk şarttı. Türkiye’nin de İslam Dünyası’nın da özgürlüğü Kudüs’ün özgürlüğünden geçmektedir. Kudüs’ün kurtuluşuna yardım edenler İslam Dünyası’nın kurtuluşuna yardım etmektedirler.
Bugün günlerden Kudüs… Dünya bugün Kudüs için bir defa daha ayaktayken aziz Kudüs şehitlerini; Şeyh Ahmet Yasinleri, İmad Muğniyeleri, Abdulaziz Rantisileri, Fethi Şikakileri, Suzan Ebu Türkileri, Abbas Musavileri Ümmü Nidalleri, Nizar Reyyanları ve adlarını zikremediğimiz binlerce şehidimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Yine bu topraklardaki Müslümanlara onurlarını iade eden Mavi Marmara şehitlerimizi; Ali Haydar, Fahri Yaldız İbrahim Bilgen, Cengiz Songür Çetin Topçuoğlu Cengiz Akyüz Necdet Yıldırım, Cevdet Kılıçlar’ı ve ciğerparemiz Furkan Doğan’ı bir defa daha rahmet ve minnetle yâd ediyoruz! Siz Kudüs’ü sevdiniz, Kudüs’te sizleri, bizler de Allah için sizleri seviyoruz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder